Bıçak Sanatı - Forum

BIÇAK ( ALİ KOZANOĞLU )

gökhan bakla

  • *****
  • 2620
    • blog
  • Yer: İstanbul / Tekirdağ - 1978
BIÇAK ( ALİ KOZANOĞLU )
« : 13 Ekim 2011, 09:19:47 »
 
Bu yazı Ali KOZANOĞLU tarafından yıllar öncesinde kaleme alınmıştır.
 
     BIÇAK   

Mug, gölgede oturmuş, ağacın çatalına kıstırdığı parlak, siyah renkli taştan yapılmış aletin ince tarafına bir boynuz parçası ile vurarak kenardan ufak parçalar koparıyor, bunun neticesinde aletin daha iyi keseceğini biliyordu. Çok mevsimler önce, hoplaya zıplaya kaçan uzun kulaklı bir canlıya attığı taş hedefi ıskalayıp arkasındaki kayaya çarpınca kırılmış, ve Mug da bu kırık taşı tutunca elini kesmişti. Daha sonra, bu keskin kırık taşla dalları, etleri, deri parçalarını kesmişti. Deneye deneye, bazı parlak taşların üstünden darbeyle “yonga” kaldırılabileceğini öğrenmişti. Bu sayede hem günlük işleri kolaylaşmış, hem de kabilenin içindeki değeri çok yükselmişti.  Üstelik, diğer kabilelerle takas yaparak, kendilerinde bulunmayan bazı faydalı ürünleri almaya da başlamışlardı.


tek parça opsidien bıçak

Zaman içinde, çakmaktaşı ve obsidiyen nodüllerini istediği gibi parçalamasını ve sekillendirmesini öğrenen insan, ortaya çıkan bu keskin taş parçalarını ağaç dallarına veya hayvan kemiklerine, boynuzlarına bağlayarak, hatta düzgün uzun tahta parçalarının dar kenarlarına yan yana sıra ile dizerek, bunları bıçak, keser, balta ve kılıç olarak kullandı. İnce uzun taş parçaları kalınca dalların ucunda mızrak ağzı, ince düzgün dalların ucunda ok temreni olarak görev yaptı. Çok ince ve dar parçalar ise bız ve iğne olarak kullanılabiliyordu. Bu sert keskin taşların iki büyük kusurları vardı. Kenarları kolayca kırıklanıp köreliyor, yenilerini ise ancak çok usta yontucular, uzun çalışmalar sonucunda yapabiliyordu.

Gel zaman, git zaman, doğru rüzgar alan bir ocakta ateşin bilgili kullanımı ile daha yüksek ısı elde edildiği farkedildi. Çok büyük bir ihtimalle, ocak yapımında ısıyla kolayca parçalanan adi taşlar yerine dayanıklı ağır taşların, daha doğrusu maden cevherlerinin kullanımı sonucunda, bir tesadüf eseri olarak bunların bazılarının eridiği, kalıplara dökülerek şekillendirilebildiği farkedildi.

Bakırdan yapılan aletler taş aletlerden pek daha iyi değildi. Çok ince yapılabilmelerine ve kolay kırılmamalarına rağmen çok kolay körleniyorlar, eğilip bükülüyorlardı. Önünde hiçbir ilmi örnek olmayan insan muhakkak ki bütün bunları tesadüfler sonucunda farkediyordu. Fakat, insanın (kedininkinden pek daha az olmayan)  doğal merakı, fark ettiği her yeniliği araştırıyor, faydalı ve kullanışlı bulduğu şeyleri geliştirmeye çalışıyordu.

Bakırın, kendisinden daha da yumuşak olan kalayla beraber eritilip karıştırılmasıyla tunç veya bronz dediğimiz alaşım bulundu (İki yumuşak maddenin karışmasından daha sert bir madde çıkacağı daha önce bilinmediğine göre bu da bir tesadüften başka bir şey olabilir mi?). Tunçtan yapılan aletler, hele biraz da dövülerek şekillenip sertleştirilirse, bakırdan kat kat üstün bir kesicilik kazanıyordu. Hele iğne, matkap gibi ince uzun aletler bakıra nazaran çok daha iyi oluyordu.

Cevher ergitme ve maden işleme zenaatleri çoğalıp yayıldıkça, daha yüksek ısı verecek ocaklar yapılmaya çalışıldı. Rüzgarın keyfini beklemektense, onun yerini tutacak düzenler arandı. Hayvan derilerinden körükler yapıldı.
         

Birileri de tam yanmamış odunların daha az dumanla ve daha fazla ısıyla yandığını fark ettiler. Kazara tam yanmadan kalan odunların, daha doğrusu odun kömürlerinin istenildiğinde nasıl yapılacağı da gözlemler ve deneylerle  bulundu. Artık, daha önce ergitilemeyen bazı cevherler de ergitilebiliyordu. Büyük bir ihtimalle dünyaya göktaşı olarak düşen bir demir parçası da  günümüzden aşağı yukarı 5000 yıl önce bu cevherler arasında yerini aldı.

Bazı tarihçilere bakılırsa, Hitit metal ustalarının bu yeni metalden yaptıkları bıçaklar hala analarının bronz bıçakları kullanılan Mısır’da, firavunların altın bıçaklarından daha değerli sayılıyordu. İyi bir demir bıçak hem taş kadar kolay kırılmıyor, hem de bronz bıçaklar kadar kolay körelmiyordu. Sağlamlığı ve sertliği sayesinde diğer malzemelerden yapılan kesici ve delici aletlere nazaran büyük bir üstünlük sağlıyorlardı. Yine bu tarihçilerin iddialarına göre, Ön Asya’da kurulan ve Mezopotamya ile Mısır’ın bir kısmına kadar hükümranlığını yayan Hitit Devleti, gücünü ve uzun hakimiyetini demirden yapılmış aletlerine ve silahlarına borçluydu.


Tarihi azıcık bir yana bırakır da, işe teknik yönden bir göz atarsak, bu mucizevi metale“d emir” demek oldukça yanlış. Demir (Fe : ferrum) , bir kimyasal elemandır. Yani, saftır. Saf demir olmayan ve demir içeren maddeler ya demir cevherleri, ya demir alaşımları, ya da pastır. Bunların içerisinden bizim imalatta kullandıklarımızın çoğu demir alaşımlarıdır ve bunlara “çelik” adı verilir. Hematit, Magnetit ve Limonit gibi demir cevherleri çeşitli demir oksit bileşimleridir. Siderit ve Sparit ise demir karbonatlarıdır.

Dünyamızın ergimiş çekirdeğinin ortası nikel ve demirden oluşur. Bir kısım göktaşları ise hemen hemen tamamen saf demirdir. Bazılarının içinde az miktarlarda nikel, krom, tungsten gibi elemanlar da bulunur. Bulunan meteor demiri parçaları kömür ateşi üstünde ısıtılıp dövülerek şekillendirilirken, yüzeyleri kömürden çıkan karbonlu gazları emerek çelikleşir (bıçak olabilecek kalitede çelik için %0.5-%1 civarında, sarma/damascus tipi tam homojen olmayan çelik için ise yer yer %2’ye varan karbon).

Bu demir parçaları kendi üstüne tekrar tekrar katlanıp dövülerek çelikleşmiş yüzeyler içerilere geçer. İki yüzeyi çelikleşmiş çok ince yufkalardan yapılan bir baklava, daha doğrusu milföy hamuru, düşünün.Yeterli işlemin sonunda  inceltilip, şekillendirilip, temizlenip, bilendikten sonra elimizde sapı takılmaya hazır bir bıçak, mızrak, balta, keski ağzı kalır.

Demir veya çeliğin en kolay –hele bu işi layıkıyla yapacak makinaların, aletlerin, hava  çeliği/seramik/elmas kesici uçların, takımların olmadığı devirlerde belki de tek– işlenme tarzı ocakta ısıtıp bir örs üzerinde çekiçlerle dövmedir. İyi kötü son şeklini alan bir bıçak veya alet ağzı daha sonra kum içeren taşlarla (hele taşın içinde zımpara kumu varsa) temizlenip parlatılır, bilenir.

Çeliğin teknolojik ayrıntılarını daha sonra yazmayı düşünüyorum. Sanırım bu safhada bizi o kadar çok ilgilendirmiyor. Konuya ısındıkça merakımız artacak ve o zaman, işin inceliklerini daha yakın bir ilgiyle inceleyeceğimize eminim.


İnsanlar kazandıkları tecrübe, artan melekeler ve biraz da hayal gücü katkılarıyla çelikten muhtelif şekillerde kesici ve delici aletler yaptılar. Her ne kadar çeşitli zenaat ve meslekler için boy boy, şekil şekil aletler yapılmşsa da, her halde en çok çeşidi olan alet bıçaktır.         


Ayrıca, herhalde en faydalısı da. Biliyorum, bazılarınız burada; “Hadi len, get işine” diyecek, ama bir düşünün. Kaç çeşit matkap, kaç çeşit testere, kaç çeşit keski/ıskarpela biliyorsunuz. Ve, sadece mutfağınızda bile kaç çeşit bıçak var. (Rende, freze, torna kalemleri ve çakılarının da birer kesici alet ―yani bıçak―  olduğunu unutmayın.) İki buçuk metre boyunda, iki elle bile zor kaldırılan Macar zırhlı ağır süvari kılıçlarından 8-10 milimetre kadar ufak ağızlı cerrahi neşterlerlere; üçgen kesitli Venedik “stiletto”larından içbükey Yeniçeri “yatağan”larına; kimonolu Japon samurailerinin efsanevi “katana”larından, cebinizdeki kırmızı plastik kenarlı “Swiss Army” çakısına kadar, ne hallere girmiş mübarek.

Çağlar boyu kaç bebeğin göbeğini, kaç düşmanın kellesini kesmiş, bağ budamış. Başı darda kalan avcıyı, haramilerin pususuna düşen seyyahı, ağaçta asılı kalan bir paraşütçüyü kurtarmış. Bir çok toplumun kendine has şekilleri, süslemeleri ile bir rütbe ve statü sembolü olmuş, kimisi için erkekliği simgelemiş. Bir tekenin derisini yüzmüş, bir balığı temizlemiş. İnsan doğayla baş başa kaldığında, yiyeceğini doğramış, yakacağı ateş için çalı çırpı kesmiş, sıkıldığında bir dal parçasını yontmuş. Tüfeklerin ucunda nice zaferler yazmış. Çok kişinin son çaresi, dayanağı olmuş.

Hemen her şeyimizde olduğu gibi, bıçaklarımızda da alışkanlıklar, yöresel gelenekler ve kullanım maksatları kadar, moda da çok büyük rol oynamış, belimizdeki, cebimizdeki bıçaklarımızın şeklini, boyunu, bosunu, malzemesini tayin etmiş. Namluyu döven bir ustanın işareti , sırt ve saptaki bazı eye süsleri, olukların orantısı ve zerafeti, sapın ele oturuşu, kının işlemesi, ve kullanılan malzemelerin cinsi ile uyumu, bazı bıçakları yalnız beş bin yıl öncesi için değil, bizim için de ağırlığınca altından daha değerli kılabilmiş. (Yine “Ooooha!” diyecekler olabilir, fakat ABD’li Bob Loveless tarafından yapılan ve Avustralya’lı Winston Churchill tarafından gravürlerle bezenen bir ufak çakı 1000’lerce $US ediyorsa, altından kıymetli mi değil mi, siz karar verin.)

Burada amatörler için bir şeyler eklemek istiyorum. Hazır lama halinde satılan normal takım çelikleri tavlı (yumuşak) halde satılır. Fakat, çok iyi bıçak olabilen ve çok daha ucuza (veya bedavaya) alınabilecek bir otomobil makası parçası kullanmak isterseniz, sertleştirilmiş olan bu parçanın “tavlanması", yani bir şalumo, demirci ocağı veya ısıl işlem fırını aracılığıyla 1000°C civarına ısıtılıp, toz kireç veya ince odun külü gibi bir malzeme içine gömülerek 8-10 saat yavaş yavaş soğumasını beklemek gerekir.

Kullanılan şekillendirme yöntemi ne olursa olsun, son şeklini almış olan ağız 240-320 (grit) numara kumlu taş veya tabaka zımpara ile temizlenir. Üstündeki bütün ocak, çekiç, kesici alet izleri temizlenir. Temizlenmiş ağız, kullanılan çeliğin cinsine göre,  800-1100°C’ye ısıtılır. Bu hararette malzeme normal bir oda aydınlığında parlak bir kızıl ile sarı arası bir ışık vermektedir. Kızgın parça derhal büyükçe bir kapta (mesela bir küçük varil veya en az 20 litrelik bir teneke) bulunan su veya ince yağa (çeliğin cinsine göre) daldırılıp “8” ler çizerek sağa sola oynatılır. Bu şekilde aniden soğutulan kızgın çelik “su” almıştır, yani sertleşmiştir. İyi bilendiği zaman jilet gibi keskin olabilir. Fakat, bilhassa karbon miktarı daha yüksek olanlar cam gibi kırılgan olur. Bıçağı bu durumda kullanmak pek akıl karı değildir.

Bu sertleştirilmiş ağızın yüzeyleri en son kullanılan incelikte bir zımpara ile ısınmadan ve yağdan oluşan siyahlık temizlenir. Ağız en kalın tarafından ısıtılarak, veya yine ayarlı bir ısıl işlem fırınında, 200-300 °C’ye ısıtılır. Bu ısılar arasında çelik saman sarısı ile koyu lacivert arasında bir renk alır. İstediğimiz dereceye/renge varılır varılmaz ağız yine su veya yağda soğutulur. Bu “temperleme” işlemi ile bıçak hala ağız tutacak sertlikte olmasına rağmen kırılganlığını kaybetmiş, güçlenmiştir. “Çifte Su” almıştır.

Teknik yönden bakılırsa, kullanılan çelik cinsi ve ona uygun sertleştirme ve temperleme ısıları ve kullanılan soğutma malzemesi ve ısısı göz önüne alınarak, bıçak geliştirilmiş. Örnek gösterebileceğimiz çok tezat şekiller ortaya çıkmış. Yılan gibi dalgalı bir “kris” ile basit bir “kasap” bıçağı,  yaşlı bir hattatın “kalemtraşı” ile köşedeki kebapçının “döner” bıçağı, ve bir “cembiye” ile bir “aşı” bıçağı çok farklı gelenekler veya kullanım ihtiyaçları sonunda şekillerini almış.

Bir bıçağın tüfek ucuna takılması ilk defa Bayonne askerlerince gerçekleştirilmiş. Tahtadan yapılan konik saplar o zamanın ağızdan dolma tüfeklerinin 18-20 milimetre çapındaki namlularına sokulmuş. Hem bunları namludan çıkartırken karşılaşılan zorluk hem de namlusu tıkalı olan bir tüfekle ateş edilememesi yüzünden, bu bıçaklar daha sonraları namluların üzerine bileziklerle geçecek şekilde yapılmış. "bayonette” adı süngü ve kasatura için baki kalmış.


Hitler Almanyası üniformalara, sembollere ve özel bıçaklara oldukça düşkündü. 1- Soldan başlayarak; Kara Kuvvetleri (Heer),  Hava Kuvvetleri (Luftwaffe) meçleri,  SA veya Fırtına Hücumgüçleri (Sturmabteilungen) Hançeri, ağızda “Her şey Almanya için” yazılı, ve iki tip Deniz Kuvvetleri (Kriegsmarine) Meçi.  2- Luftwaffe Subay ve Astsubay Kılıcı ile SS veya Muhafız Birliği (Shutzstaffeln) Kılıcı.  3- Kızılhaç (Rotes Kreuz) Hançeri ― Muharip Sınıf olmadığını belirtmek için ucu sivri değil. Fakat satır gibi kullanılırsa oldukça hasar verir sanırım.  4- Nasyonal Politik Eğitim Enstitüsü Hançeri (Ağızda; “Göründüğünden büyük ol” yazılı.  5-  Ve, SS Hizmet Hançeri (Ağızda; “Şerefim andımdır” yazısı bulunuyor). Renk, yazı ve işaretler dışında ikinci resimdeki SA hançerinin benzeri
 

Deri yüzmek için çok kavisli ve dış tarafı keskin bir ağız geliştirilirken, kuzey-batı Afrika sahillerinde daha ziyade gırtlak kesmeye yönelik yine çok kavisli ama iç tarafı keskin mahalli cembiyeler yapılmış. Aden Körfezi’nin cembiyelerine ille de gergedan boynuzundan sap takılması adet olurken, Malaya’nın krisleri 13 kıvrımlı yapılmış!


Bir bıçağın tüfek ucuna takılması ilk defa Bayonne askerlerince gerçekleştirilmiş. Tahtadan yapılan konik saplar o zamanın ağızdan dolma tüfeklerinin 18-20 milimetre çapındaki namlularına sokulmuş. Hem bunları namludan çıkartırken karşılaşılan zorluk hem

Eski fotoğraflarda ve mahalli kıyafetleri gösteren resimlerde hemen herkesin elinde veya belinde bir veya birkaç bıçak görmek değil de görmemek bize garip gelir. Gıda toplamak ve yemekten tutun da savunmaya veya saldırıya kadar hemen her akla gelebilecek maksat için kullanılan bıçaklar  kadar, belirli bir rütbe, makam veya statü belirten bıçaklar da kemerlerin, kuşakların görünür yerlerine takılmış. Günlük sıradan ihtiyaçlar için gerekli daha ufak ve kullanışlı bir bıçakta ya kendi kını içinde kuşakta veya cepte, ya da büyük bıçağın kını üzerinde veya içinde olan kendi haznesinde yerini almış. Bu arada, maharetlerini gösterip bol keseden ödül almayı bekleyen bazı ustalar iç içe giren bıçaklar bile yapmışlar. İnanın bana, bunu yapmak günümüz teknolojisi ile dahi o kadar kolay değildir. Her ne kadar eskiler, savunma maksadını ön plana alarak 25-30 santim boyunda 6-7 milimetre sırt veya omurga kalınlığı olan büyük bıçakları bıçakları tercih etmişlerse de, zaman içinde ateşli silahların gelişmesi ve savunma ihtiyaçları için bıçağın öneminin azalması sonucu   10-15 santim boyunda ve 3-5 milimetre kalınlığındaki bıçaklar taşınır olmuş.


Günümüzde, bu ihtiyaçlar çoğumuz için neredeyse tamamen ortadan kalkmış olsa da, cebimizde hiç değilse ufak bir çakı bulundurmayı faydalı bulanımız çoktur. Artık, özel maksatlı veya gösteriş bıçaklarının dışındaki genel maksat ve sportif amaçlı bıçaklar da daha çok bu ikinci bahsettiğimiz boyutlardadır.

Bu son yazılanlardan sonra sakın ola sanmayın ki günümüz bıçakları hep birbirine benzer. Her bıçakçı ustası, her ısmarlama bıçak yaptıran veya eline aleti alıp bıçak yapmaya kalkan her kişi kendi tecrübeleri, fikirleri veya hayalleri doğrultusunda şekiller geliştirmiş. Çok tanınmış bazı modelleri taklit ederken bile boy, en, kalınlık, çelik cinsi, sap malzemesi, ağız açılış tipi ve şekli gibi her özelliği akla gelecek ve hatta bazan da pek akla sığmayacak şekillerde öylesine değiştirmişler. Buna bir de filmler, diziler, filan için tasarlanan abuk fantezi bıçaklarını eklerseniz alternatifler epey çoğalabilir. Öylesine ki, oldukça iyi bir ön bilgisi veya kesin bir kişisel tercihi olmadan bir  bıçak seçmeye kalkan insan karar verinceye kadar çok ter döker.

Resimdeki bıçakların küçüğü büyüğünün sapındaki
kapaktan içine giriyor. İster inanın. İster inanmayın.

Bıçak ağzı yapımında yüzyıllar boyunca ‰7 ila ‰15 karbonlu basit veya %2 karbona varan sarma çelikler kullanılmıştır. Bu çeliklerden yapılan bıçaklar çoğu zaman, insan teri, meyva/sebze suları, kan, kılıf malzemesinin içerdiği asit ve tuzlar ile havadaki nemden dolayı paslanmış, bazılarının ağızları aşırı paslanma ve karıncalanma sebebiyle delik deşik olmuş, en iyi bakılanları bile en azından renk değiştirmiş, kararmıştır. Pek nadir bir meteor çeliği, içindeki kron ve nikel sayesinde bu akıbetten kısmen kurtulmuştur. Bunun yanı sıra, sap için kullanılan bitki ve hayvan menşeli malzemeler; abanoz, pelesenk, gül ağaçları ile kemik fildişi, sedef  ile çeşitli hayvan boynuzları kötü kullanım, tabiat şartları, küf, veya güve, fare gibi hayvanların etkisiyle bozulmuşlardır.

Yirminci yüzyılda, ve bilhassa İkinci Dünya Savaşından bu yana, yüksek karbonlu ve krom, nikel, molibden, tungsten, vanadyum gibi elemanları da içeren çelikler genel kullanıma arz edilmiştir. Bu sayede, ister ısmarlama olsun ister seri imalat, çoğu kaliteli bıçağın yapımında 420, 430, 440 serisi kromlu çelikler, CM-140 ve benzeri krom/molibdenli çelikler ile bunlara ilaveten tungsten ve/veya vanadyum içeren çeşitli paslanmaz takım çelikleri kullanılmaktadır. Bahsedilen bu çelikler çok kötü şartlarda dahi bazen renklerini dahi değiştirmeden muhafaza edilebilir, basit bir bakımla keskinliklerini ve yeniliklerini korurlar. Böyle malzemelerden yapılan bir bıçak ağızına ―estetik yönden çok makbul olmamakla beraber― mikarta veya petinax benzeri fenolik rezinle sıkıştırılmış elyaflı malzemeler,  ABS, Delrin, Kestamid, Teflon, Poliamid veya benzerleri sentetik malzemelerden yapılan bir sap takılırsa, deme gitsin. Aqua Regia gibi bir asit veya bir nükleer patlama dışında biraz zor yok edilebilirler.
İstediğimiz sertliğe ve sağlamlığa gelen bıçak ağzı yine o güzel parlaklığını kaybetmiştir. Bundan sonra, sertleştirmeden önce kullandığımız en ince zımparadan daha ince zımparaları, sıra ile, her zımpara bir öncekinin izlerini tamamen yok edecek şekilde, kullanarak, zımpara kumu inceldikçe çeliğin yüzeyi daha çok parlayarak, temizliğe devam ederiz. Bu, isterseniz 600 numara isterseniz 1000-1200 grit/kum numaralı zımparaya kadar incelebilir.
Bıçağın kullanış maksadına ve zevkimize uygun bir siper veya balçak, ile yine aynı kıstaslarda ve elimize uygun bir sap bitirilen ağıza takılır, ve bir de hem bizi hem bıçağı koruyacak, ve taşıyacak, düzgün, sağlam bir kın  eklendi mi, deme gitsin!

Artık kullanmaya hazır, isteklerimize uygun bir bıçağımız olmuştur. Geriye biraz dikkat ve biraz da bakım kalıyor. (Yukarıda anlatılan imalat safhaları çok genel ve detaysız olarak geçilmiştir. Kısmet olursa bu işlemleri ileride daha detaylı olarak inceleyeceğiz.)
Eskiden beri, bazı üreticiler kendi düşünce ve zevklerine göre bıçaklar tasarlayıp meziyetlerini övmüşler, kullanıcının beğenisine sunmuşlardır. Bazı bazı, bu işin uzmanlarının, sözü bir geçen kişinin, mahir bir avcının veya ,bazı askeri bıçaklar için olduğu gibi, bir karma komisyonun  tecrübe, öngörü, hatta önyargılarına bağlı olarak muayyen tip bıçaklar...

fark ettiğiniz gibi yazı daha devam edecek gibi duruyor, anlatacak daha çok şeyi olduğu aşikar...



 
« Son Düzenleme: 13 Ekim 2011, 16:57:34 Gönderen: gökhan bakla »

gökhan bakla

  • *****
  • 2620
    • blog
  • Yer: İstanbul / Tekirdağ - 1978
Ynt: BIÇAK ( ALİ KOZANOĞLU )
« Yanıtla #1 : 13 Ekim 2011, 16:46:51 »
Bu yazıları Ali Kozanoğlu zamanında yazmış ve bizlere bir şekilde iletmişti. yayınlamak bu güne nasipmiş..

ahayaloglu

  • ***
  • 379
  • Ahmet / 1961 / B rh +
  • Meslek: Emekli
  • Yer: Ankara
Ynt: BIÇAK ( ALİ KOZANOĞLU )
« Yanıtla #2 : 13 Ekim 2011, 19:56:30 »
Gökhan, sağolasın.

İyi günler.
You lie, we die.

ali rıza

  • ***
  • 1066
  • geçtiğimiz yüzyılın insanı - 1983
  • Meslek: Eczacı Kalfası
  • Yer: SAKARYA
Ynt: BIÇAK ( ALİ KOZANOĞLU )
« Yanıtla #3 : 14 Ekim 2011, 09:49:34 »
sağolasın gökhan abi
İki Kişilikliyim İkiside Canavar

muraterkut

  • ***
  • 1119
  • Murat E. Köroğlu / 1969
  • Meslek: muhasebe
  • Yer: samsun
Ynt: BIÇAK ( ALİ KOZANOĞLU )
« Yanıtla #4 : 25 Ekim 2011, 08:32:51 »
değerli bir insandı, tekrar Allah rahmet eylesin....
girdim ilim meclisine, eyledim kıldım talep
dediler ilim geride, illa edep illa edep.....

mrtsnm

  • *
  • 31
  • Mert UZUN
  • Meslek: Grafik Tasarım
  • Yer: Çanakkale
Ynt: BIÇAK ( ALİ KOZANOĞLU )
« Yanıtla #5 : 01 Eylül 2012, 21:52:50 »
Gerçekten bıçaklar hakkında şu ana kadar okuduğum en doyurucu, en anlamlı yazıydı.. Mekanı cennet olsun... Her şeyi ne kadar anlaşılır ve samimi bir dille yazmış usta..

Mumin Aslan

  • *
  • 12
  • Meslek: mobilya imalat
  • Yer: Bursa
Ynt: BIÇAK ( ALİ KOZANOĞLU )
« Yanıtla #6 : 21 Ekim 2014, 21:18:58 »
Allah cc rahmet etsin
yazdiklarini bir cirpida okudum tekrar tekrarda okuyup bilgilenmek gerek
Bu yazi ondan bize yadigar kalmis guzel bi yadigar

Yilmaz Dogan

  • ***
  • 1047
  • Meslek: kaynakci
  • Yer: almanya
Ynt: BIÇAK ( ALİ KOZANOĞLU )
« Yanıtla #7 : 08 Aralık 2014, 17:46:19 »
Ali kozan oglu abimize ALLAH"TAN rahmet diliyorum
sizlerede bu bilgileri yayinladiginiz icin sonsuz Tsk"ler

kemal60

  • *
  • 43
  • Meslek: makine mühendisi
  • Yer: ankara
Ynt: BIÇAK ( ALİ KOZANOĞLU )
« Yanıtla #8 : 05 Mayıs 2016, 09:29:55 »
Allah rahmet eylesin
emeğinize sağlık çok güzel bir yazı hazırlamış rahmetli

Okan

  • ***
  • 121
  • Meslek: Yönetici
  • Yer: istanbul
Ynt: BIÇAK ( ALİ KOZANOĞLU )
« Yanıtla #9 : 17 Aralık 2016, 19:27:52 »
Allah rahmet eylesin. Çok güzel bir yazı.
omknives

arkheramos

  • *
  • 5
  • Meslek: aşçı
  • Yer: izmir
Ynt: BIÇAK ( ALİ KOZANOĞLU )
« Yanıtla #10 : 13 Şubat 2017, 19:37:09 »
Faydalı bilgiler.