boyumdan büyük laflar etmek istemem ama bir kaç kanaatimi de belirtmeden geçmeyeyim bu konuyu.
yemek içmek gibi temel ihtiyaçlar giderildikten sonra insanlar etrafa bakmaya başlar. çevre ile ilişkilerini düzenlemeye gayret eder. bu gayret bir süre sonra, ihtiyaçlar azaldıkça, sosyal konumu yükseltmek amacı taşır. günde 15-17 saat çalışan bir kişinin, özellikle kol işçisinin geçimini sağlamaktan başka bir düşüncesi yoktur, olamaz da. dikkatini bu meselenin dışına kaydıramaz ve araya boşluklar yerleştiremez. ve maalesef bu denli çok çalışmasına rağmen yaşam standardı orta çizgiden yukarı pek çıkamaz. oysa çalıştığı zaman ile kazandığı para arasındaki ilişki "ters" olan bireyler de vardır. bir milyonerin gözbebeği oğlu, ya da bir ultra zenginin varisi. bu kişilerin "kazanmak" ile olan ilişkileri bitmiş, yerine "harcama" durumu gelmiştir. harcarken de, bu yaptığı harcamaların "eşsiz" olmasını arzu ederler. kendilerine "eşsizlik" katacak ürünler alıp, benliklerini yükseltmeyi amaçlarlar. dün bebek sahilinde benimle aynı trafikte kalmış, zavallı bugatti veyron (
http://autobaku.az/photo/Bugatti_veyron_in_Tokyo.jpg ) sahibi kişi alabileceği en lüks spor arabayı almış, fakat performansı gereği kullanamıyordu. ki istanbul da zaten hiç bir şekilde performansı gereği kullanamayacağını bile bile alınmış bir spor araba o. fakat neden alındı? çünkü alınabilecekler içinde en iyisi o. neye göre en iyisi o? fiyatı en yüksek olan o çünkü. bizler, iyinin az olacağına, az olanın da pahalı olacağına inanan bir ekonomik değerler sistemi içinde yaşıyoruz. ve fakat evet gerçekten de bugatti veyron en iyisidir. ya da "roys rolls" en iyisidir. çünkü o bedel ile en iyisini üretmek mümkündür. fakat işlevsel midir? çok mu farklıdır? çok mu gereklidir? işte temel sorular bunlar.
nedense arabalar üzerinden örnek vermek geliyor içimden hep, oysa arabalardan pek anlamam ve pek de hazzetmem. fakat devam edelim.

sektördeki ürünler arasında düşük kalite ve yüksek kalite şeklinde 2 sınıf olduğunu düşünürüm. orta sınıf yoktur. bu düşük kalite ve yüksek kalite, ürünün işinizi görebilip göremediği ile alakalıdır. bir otomobil, şehir içi kullanım kuralları çerçevesinde malzeme ve donanım olarak sizi yolda bırakmıyorsa, ayda bir tamirciye götürmek zorunda kalmıyorsanız, kontağa bastığınızda çalışıyor, gerekli kontrol ve bakımlarını yaptığınız müddetçe size naz ve kaprisle karşılık vermiyorsa, sınırlarını zorlamadığınız müddetçe tepkilerinizi ve şöförlüğünüzü hakkıyla karşılıyorsa o otomobil kaliteli bir otomobildir. fakat bir ferrari 0-200 km hıza on saniyenin altında bir zamanda ulaşıyormuş, bana ne?bu arabayı kullanacağım yer şehir değil mi? bu limit bana gerekli bir limit mi, değil. ama o ferrari bana şunu kazandıracak: bu adamın arabası var ya, 0-200 km hıza 10 saniyenin altıında bir zamanda ulaşıyor." tüm para o arabaya en fazla bu sebeple veriliyor. sosyal prestij. ferrari kötü araba değildir, kabul. ama gerekli midir? bir sıkıntıya bir probleme çözüm müdür? hayır. ihtiyaç olmayan bir bazı başarıları vardır. işte "this is the point" dedikleri kırılma noktası bu.
elimizdeki ürünün başarısı ihtiyacımız olan bir mesele midir? bir bıçağın kabzasındaki değerli taşlar, yakut ve zümrütler, orada ne işe yarıyor. esere biriciklik katıyor. esere katılan biriciklik fonksiyonel alanda (kesme performansı, dayanımı, vs) değil, estetik alanda tercih edilmek zorunda bir noktadan sonra. işte bu sahibi olan kişinin biricikliğine ve gücüne delil olacağı için en kolay satılacak üründür. en pahalı ürün en kolay ve çabuk satılan üründür, bundan emin olabilirsiniz.
şimdilik bu kadar
